Bir Mektup
İçine kapanık bir adamdım ben. Boktan yere bitmiş bir ilişkinin yükünü atmaya çalışan, iki intihar girişimi de başarısızlıkla sonuçlanmış bir beceriksizdim. Her sabah üzerime ne bulduysam giyer, yedek sigara paketleri, kitap, ve yanımdan hiç ayırmadığım eşarbından başka bir şey olmayan çantamı alıp evden çıktıktan sonra bisikletimle sahilde biraz turlayıp sonra hep aynı mekana giderdim. . Bütün gün çayımı kahvemi içerken iskambil kartlarıyla onlarca kez fal bakar, kitap okur ve çok gerekmedikçe asla konuşmazdım. İletişim kurduğum kimse yoktu. Telefon bile kullanmazdım ben. İşimde çok yetenekli olmama rağmen, çay sigara paramı çıkartacak basit bilgisayar işlerini rica minnet yapmak dışında çalışmıyordum. Okulu da bırakmıştım. Sen yoksan ne anlamı vardı ki? Senin gidişinden sonra pişmanlık ve amaçsızlık dışında bir şey kalmamıştı ki.. Yaralıydım. Üzgündüm. Psikiyatri kliniğinde geçirdiğim saatlerin sonucunda bir şeye kararlıydım. Bu yarayı bir şekilde uzun da sürse iyileştirecektim. Dönebileceğine dair en ufak umudum yoktu; fakat bir gün yeniden normal bir insan olabileceğime dair umudum vardı. Belki yeniden severdim. Belki senin kadar çok sevemesem de çok ileri bir zamanda kafamın uyacağı birinin hayatıma girmesine müsade edebilirdim.
Arada evinin önünden geçerdim, anılar aklıma gelir gülümserdim. Sonuçta seninle iletişim kurmamın bir yolu, yolu olsa da anlamı yoktu.
Herkes bilirdi bir derdim olduğunu. Hiç konuşmasam bakışımdan anlardı. Kör biri sesimi duysa anlardı; ama sebebini kimse bilmezdi. Acımı dışa vurmak adına yaptığım tek şey, okuduğum kitaplarda yazarla ortak noktada buluştuğum cümleleri anonim bir Twitter hesabı üzerinden paylaşmaktan ibaretti. Ve ortak noktada buluştuğum bu cümleler genellikle ruh halimle bağdaşan umutsuz cümlelerdi. Evet dönmen adına hiç umudum yoktu ve ben buna alışmıştım..
Sonra bir gün geldi. Twitter hesabımı tanımadığım bir hesap sürekli beğenmeye ve yorum yapmaya başladı. Dikkatimi çekmeye çalıştığı kesindi. Sosyal medyada bunu yaşamak normaldi ve hep yaşıyordum. Her yaşadığımda yaptığım gibi siktiri çekmek üzere o hesaba mesaj attım. Mesaja cevap veren sendin. Önce inanamadım. Kanıtlamanı istedim. Gerçekten sendin. Senin hakkında yazı paylaşmamı istemediğine dair mesajlar yazdın. Adının geçmediği cümleler yazdığım için bana kızgın olman mantıksızdı. Telefonuma ulaşamadığını söyledin. Annemin numarasını verdim. Bir gece yarısı arayıp tam kırk beş dakika benimle tartıştın. Tartışma bir sonuca bağlanmadan bitti. Ama bende de sesini yeniden duyunca yeniden umut kıvılcımı belirdi.
Hangi erkek olsa "Bunca zamandır beni takip ediyormuş. İçinde hala bir şeyler olmasa bu yazdıklarımı umursamaz. Demek ki hala umut var!" diye düşünürdü. Ben de öyle yaptım Capon Prensesi.
Artık umut varsa, o küçücük kıvılcımı alevlendirmek için bir şeyler yapmalıydım. Elimde numaran yoktu; ama sana mesaj attığımda cevap verdiğin bir Twitter hesabı vardı. Sonraki günlerde yazmaya devam ettim, sen de cevaplamaya devam ettin Capon Prensesi. Kendimce sana çok kötü olduğumu ve artık bu ayrılığın son bulmasını istediğimi; hatalarımı çok iyi anladığımı ve seni mutlu etmek için elimden gelenin fazlasını yapacağımı açıkladım. Verdiğin cevapların çoğu olumsuz da olsa, bana hep cevap verdin. Yine de işi artık buluşma noktasına getirdim. Ve sen o buluşmayı kabul ettin.
Buluştuğumuz gün sana çiçek aldım, kabul etmedin. Söylediğim her cümleye ters cevap verdin. "Bu kadar ters konuşmak için mi geldin?" dediğimde konuşmaya değil, beni dinlemeye geldiğini söyledin. Bir süre sonra da kalktın gittin.
Hangi erkek olsa "İçinde hala öfke var. Öfke bütün duyguları örter. Bana inanmaya ihtiyacı var. Bana inanması için de mücadele etmeliyim!" diye düşünürdü. Ben de öyle yaptım Capon Prensesi
Aylardır çalışmayan ben, defalarca işini reddettiğim müşterilerime ulaşıp onlar için çalışabileceğimi söyledim. Aldığım peşinatla hemen gidip yeni bir numara ve telefon aldım. Üstüme başıma kıyafetler, aylardır tarak değmemiş saçıma sakalıma bakım. Hatta rejim ve spor salonu. Yüzüm gülüyordu artık. Hem artık instagram üzerinden de mesajlaşıyorduk. Hala soğuk davransan da yazdıklarıma hep cevap vermen mükemmel bir şeydi. "İnanacak, eninde sonunda bu olacak!" diyordum.
Günlerce evde rahat uyuyamayan ailem artık rahat uyuyordu. Artık düzelmiştim. Kahvaltıyı evde yapmaya, onlarla gülmeye başlamıştım. Verdiğin umut yaşamıma adeta güneş gibi doğmuştu.
Seninle yazışırken her şeyi on kere düşünüyordum. Eninde sonunda o gün geldi. Benimle telefonda uzun bir konuşma yaptın. Pişman olduğumu, senden asla vazgeçmediğimi ve seni mutlu etmek adına elimden gelen her şeyi yapabileceğime inandığını ve bunun seni çok rahatlattığını, artık kendini değersiz hissetmediğini söyledin; ama artık daha realist olduğunu, önceden beni her halimle kabul ettiğini ama artık bunun mümkün olmadığını söyledin. Bana asla eskisi gibi aşık olamayacağını, bundan sonra ikimizin arasında olabilecek şeyin mantıklı olması gerektiğini söyledin. Sadece manevi olarak değil, aynı zamanda maddi olarak da iyi bir durumda olmam gerektiğini ve bir ilişki ihtimali varsa bunun evlilik yolunda atılacak ciddi bir adım olması gerektiğinden bahsettin.
Ben bütün bu şartlara hazırdım. Manevi olarak zaten zenginleştirilmiş uranyum kadar enerjik durumdaydım ve mücadele için gerekli tüm şartları sağlamak için gece gündüz çalışmaktan gocunmazdım.
İkinci sorun senin yeniden sevmeye ihtiyaç duyma durumundu. Beni artık çekici, yakışıklı falan bulmuyordun. Görünce içinde bir şey kıpırdamıyordu. Soğumuştun. Ben buna da çare bulmuştum; çünkü artık yeni bir adamdım. Gökhan versiyon 2.0 . Eski Gökhan'dan eser yoktu ki ortada. Üst versiyonum vardı ve bunu tanımalıydın. Ne ilginçtir ki bunu da kabul ettin. Tek söylediğin, bana asla güleryüz ve anlayış göstermeyeceğin, bu ilişki için yapılması gereken her şeyi benim yapmam gerektiğiydi ve ben buna fazlasıyla hazırdım.
O konuşma bittiğinde, parkın çimlerine gülücükle karışık gözyaşı düşüyordu Capon Prensesi.
Yazışmaya devam ettik. Dediğin gibi çok katı davrandın bana. Ama hiç alınmadım. Hak etmiştim. Zamanla konuşmalar normalleşti. Muhabbet etmek artık standarttı. Her gün bir konu hakkında konuşuyor, yeri geliyor tartışıyorduk. Ama konu bizden çıkıp müziğe,sanata, hayata, siyasete bile geliyordu. Ve bu normalleşme iyiye işaretti.
Yine de hala bende telefon numaran yoktu. Konuştuğumuz mecradaki profilini kapatacağını söyledin. Numaranı gizleyebileceğin farklı bir platform önerdim. Numaranı gizlemeden yanlışlıkla mesaj attın. Numaran bana geldi. Sana, izin verdiğinden fazla yaklaşmamaya söz vermiştim. Kaydetmeden silebileceğimi söyledim. Kalabilir dedin.
Hangi erkek olsa "Artık benim onunla kolayca iletişime geçmeme izin veriyor. İyiye gidiyoruz." der mutlu olurdu. Ben de mutluluk ve umutla doldum Capon Prensesi
Uzayan konuşmalarımızda artık bana içini dökmeye de başlamıştın. Ailen ve hayatla ilgili sorunlarını açmaya başlamış, derdini de paylaşmaya başlamıştın. Karşımda artık bana karşı kaba ve sert konuşan insan yoktu. Hatta evde hastalanıp tek başına olduğun gün arayıp bir saat telefonda konuşmuştun. Artık acıyı da paylaşıyorduk. Hatta sana geçmişte aldığım bazı hediyeleri teslim etmeme müsade ettin. Sonra da sana aldığım çorapları giydiğin ve kitaplığında bulunan bana ait kitabın bulunduğu bir fotoğraf attın.
Hangi erkek olsa "Artık yeniden her şeyi paylaşıyoruz. Üstelik üzerinde bana ait şeyler taşımaktan rahatsız da olmıyor. Doğru yoldayım!" diye düşünürdü. Ben de öyle düşündüm Capon Prensesi..
Konuşmalar iyiydi güzeldi de, bir yerde camdan bir çatı vardı ve bir üst seviyeye geçemiyorduk. Ben bunun için buluşup birlikte vakit geçirmemiz gerektiğini söyledim. Sana saatlerce yazarak anlatamayacağım şeyleri yan yanayken bir bakışımda görebileceğini anlattım. Hak verdin ve benle buluşmayı da kabul ettin. Hatta beş buluşma hakkı verdin. Ben askere gitmeden beş kez buluşacaktık. Bu buluşmalarda içini kıpırdatacak bir şeyler olursa görüşmeye devam edecektik.
İnan bana, bu noktada içimde hep seni bir kaybetme korkusuna ve yeniden gitme ihtimaline karşı ayakta kalabilme gücüne sahiptim..
Buluşmanın ilkinde geçmişte çok güzel vakit geçirdiğimiz çay ocağına gittik ve öncesinde tabi ki sıcacık simitler aldık. Güzel muhabbet ettik. Sen hala ciddiyetini koruyordun. Ama bana o günün özetini soracak olursan, "telefonumu karıştırdığın gün" olarak özetlerdim. Bir anda masadan alıp, telefonumda galeriden mesajlara, sosyal medyadan dosyalara karıştırmadık yer bırakmadın. Telefonumda resimlerini buldun. Ses çıkarmadın.
Kimse ilgisini çekmeyen birinin telefonunu bu derece karıştırmazdı. Hangi erkek olsa kıskanıldığını ve merak edildiğini düşünürdü. Ben de öyle düşündüm Capon Prensesi..
İkinci buluşma için seninle yaylaya çıkmaya karar verdik.. Ben araba kullanırken sen arabanın koltuğunu yatırdın ve yüzünü bana dönüp mışıl mışıl uyudun Capon Prensesi. Eski günlerdeki gibi.
Sana aşık olduğunu bildiğin bir erkeğin arabasında, ona karşı bir şey hissetmiyorsan bu kadar rahat uyumazsın. Böyle davranırsan o erkek artık ona güvendiğini ve yanında rahat hissettiğini düşünür. Ben de öyle düşündüm Capon Prensesi..
Güzel bir kahvaltı, ardından memleket manzarasında mutlu ve eskisine göre çok daha sıcak bir muhabbet sonunda dershane saatin geldi. Yayladan indik. Yolda sana daha önceden gitmeyi önerdiğim bir mekanı gördün. Aslında iyiymiş, bir dahaki sefere buraya gelelim dedin. Dershanenin önüne geldiğimizde arabadan inmeden önce bana döndün, gülümsedin. Güzel gün için teşekkür ettin ve uzun zamandır yapmadığın bir şey yaptın. Elini uzattın. Uzun zamandır tutmadığım o ele yeniden dokununca bırakasım gelmedi. Yarım dakika elini tuttum ve "Tamam artık bırakabilirsin" dedin gülümseyerek. Bunu tekrarlamak istediğini kendin belirtterek arabadan indin.
Seni seven bir erkeğin elini o kadar uzun süre tutmasına müsade edersen ve ona bu kadar güzel gülümsersen, o artık senin ona ilgi duyduğundan emin olur. Ben de öyle oldum ve artık geri döneceğinden emindim Capon Prensesi..
Yazışmalar devam etti. Sonraki buluşmada beni ektin. Son duvar kalıntılarını yıkacağına inandığım çok güzel bir plan yapmıştım oysa. Hasta sonuçta. Canı sağolsun dedim. Hiç olmadığım kadar mutlu ve enerjiktim. Asla seni kıracak, baskı alacak bir şey yapmadım.
Sonra ikinci hafta geldi. Tanışmamıza vesile olan Star Wars filminin yenisi çıkmıştı ve gitmeyi sen önermiştin. Ben sinemada film arasına gösterilecek ve senin dışında hiç kimsenin anlamayacağı bir videoyu yayınlatacak, eline de bir notla birlikte aylar önce senin için almış olduğum yüzüğü sıkıştıracaktım. Kalbine tam olacak girecek muhteşem bir plan yapmıştım. Sen o gün yine hastalandın ve gelemedin. "İyi olsun da, sürpriz her zaman yapılır" dedim.
Her zamanki ilgili ve kibar tavrımı korurken, bir anda değiştin. Mesajlarıma pek cevap vermez oldun. Sebebini sorunca artık telefonla çok ilgilenmediğini, etrafında müthiş bir baskı olduğunu, sınavın dışında bir şey düşünmek istemediğini, ilgini çekemediğimi söyleyen uzun bir konuşma yaptın bana. Hatta benim de sana baskı yaptığımı falan zırvaladın.
Evet bu zırvaydı çünkü bütün bu yaşananlar sırasında seni en ufak şeye zorlamadım. Benimle iletişime geçen, telefon numarasını veren, buluşan, umudumu arttıran sendin. Bana gelip " Bu beş buluşma sözünü niye verdim onu bile bilmiyorum. Belki yeniden barışırsak, ayrıldıktan sonra arkamdan konuşan kuzenlerime, akrabalarıma -bakın, biz yeniden barıştık. her ilişkide olabilecek bir sorundu, çözdük- diyebilirim diye düşündüm, ama yapamadım" falan dedin.
Sabahattin Ali'nin satırlarındaki gibi:
"tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde fakat her şeyden habersiz yaşayıp gidecektim. sen bana, dünyada başka türlü bir hayatın da mevcut olduğunu benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.”
Fakat fark şuradaydı: Sen ruhumu bana hissettirip, sonra yok ettin.
Dünyamı, umutlarımı başıma yıktın. Bu kadar konuşma ve güzel şey, sadece ellerin sesini kesmek, onların alaycı bakışlarına cevap verme ihtimali için miydi yani? Ben yokluğunda akraba, arkadaş, eş, dost bırakmamışken sen elin konuştuğu iki kelime için mi yaktın şimdi beni?
Kendi halinde acısını yaşayan ve hayata tutunma, yeniden sevme ihtimali olan bir adamı alıp, zirveye çıkarıp, sonra da vazgeçtim, neden böyle davrandım bilmiyorum dedin. Sevmeye ve yaşamaya dair tüm inancımı kaybettirdin. Senden başka hiç bir şey düşünemeyen bir canavar yarattın.
Bu canavar dedi ki "Bir kere vazgeçtin, pişman oldun; ikinci kez vazgeçme!" sakın. Vazgeçmedim de. İletişim bir anda kesildi ama bu beyin senden başka bir şey düşünemiyor artık. Deprem oldu, ev zangır zangır sallandı. Sallanırken aklımdaki tek şey senin iyi olup olmadığındı. Özledim, uzaktan gelip seni izledim. Asla rahatsız etmedim. Belki seni rahatsız edecek tek davranışım, pankart asmaktı. Psikolojim pek iyi değil. Elimi tuttuğun güne kadar olmayacak da.
Geçenlerde annemi arayıp, olur olmaz yerlerde karşına çıktığımı, asla yanına gelmediğimi ama beni görmekten rahatsız olduğunu ve hazırlandığın önemli bir sınav olduğunu söylemişsin. Kendime zarar vermemden de korkuyormuşsun. En büyük zararı bu haksız vazgeçişle sen vermemişsin gibi. Psikolojin çok hassasmış ve beni görünce ister istemez durumu kafana takıp dersinden uzaklaşıyormuşsun.
Kardeşimle konuştuk. Bana özetle "Hiç bir etkin olmasa bile, onun sürekli karşısına çıkmaya devam edersen, senden nefret etmesi için bir sebebi olur. Olur da o sınavı kazanamazsa, sorumluluğu üzerine atacak birisi olur." dedi.
Yine senin dediğin olsun Capon Prensesi. Bir daha bilerek karşına çıkmayacağım. Seni izlemeyeceğime söz veremem. Elimde değil. Özlerim. Ama ruhunun duymayacağına söz veririm. Sadece reelde değil, dijital ortamda da karşına çıkmamak adına bütün profillerimi de kapattım. Artık sadece bloğum ve senin hiç bilmediğin bir hesapta her gün senin için bir söz yazdığım grev hesabım var. Bir köşe başında karşına çıkmamak benim elimde; fakat bu internet sitesine girmemek senin elinde.
Son sınavından çıktığın saate kadar benden haber almayacağına, bir tesadüf olmazsa karşına çıkmayacağıma söz veriyorum. Sonrası Allah kerim..
Kendine Dikkat Et.
Seni Seviyorum
Yorumlar
Yorum Gönder